Uygarlığın Arkadaşı Matematik

Matematiğin temeli, insanın ihtiyaçlarına dayanır. İnsan, kendini anlamlandırma ve keşfetme yolculuğunda matematiği hep yanında bulmuştur. Tarih öncesi dönemlerde mağara duvarlarına hayvan figürleri çizen ilk insan, bu çizimlerin yanına attığı çentiklerle birlikte matematiksel düşüncenin de temellerini atmıştır. İlk çentiğin atılması; kayıt tutmanın, karşılaştırmanın ve aklın uyanışının en etkileyici simgelerinden biridir. Bu gelişime yazı da eşlik eder; çünkü yazı ve sayı, bilimsel düşüncenin vazgeçilmezidir. Ancak bu iki önemli buluş hangi ihtiyaçtan doğdu, nasıl gelişti? Belki de en doğru cevap “merak”tır. Peki, merak nereden doğdu?
Bu sorunun cevabı bizi çiftçilere, zanaatkârlara, gemicilere, marangozlara, demircilere ve tüccarlara götürür. Çünkü bu insanların günlük yaşamlarındaki üretim, alışveriş ve değişim faaliyetleri olmasaydı, ne malların ne gelirlerin ne de canlıların sayısının tutulmasına gerek duyulmazdı. Ticaretin gelişip karmaşıklaşmasıyla birlikte soyut sayılar ve soyut işlemler ortaya çıktı. Bu gelişmeler, matematiğin evriminde önemli bir dönüm noktasıydı. Tüm bu dönüşümler, insan toplumunun sınıflara ayrıldığı tarihsel süreçte gerçekleşti: Bir tarafta serveti elinde tutan azınlık, diğer yanda o serveti üreten çoğunluk...
Azınlık, matematiği saraylarda ve tapınaklarda geliştirirken, bu ilerlemelerin zamanla daha geniş kesimlere yayılması kaçınılmaz oldu. Her büyük gelişme gibi, matematiğin de kendi içinde bir diyalektiği vardı. Bu bilgi alanı, zamanla seçkin bir zümrenin tekelinden çıkarak, burjuva devrimleriyle birlikte halkın kullanımına açıldı.
Doğu medeniyetleri de matematiğin gelişiminde büyük rol oynamıştır. Ünlü matematikçi Laplace, Hint uygarlığının katkısını şöyle anlatır:
“Tüm sayıları yalnızca on sembolle ifade edebilme yöntemini bize kazandıran Hindistan’dır. Her sembolün hem mutlak bir değeri hem de bulunduğu konuma göre değişen bir anlamı vardır. Bu yöntem, bugün bize çok basit gelse de aslında son derece derin ve önemli bir düşüncenin ürünüdür. Sağladığı kolaylık nedeniyle aritmetik, en yararlı icatlar arasında üst sıralarda yer alır. Arşimed ve Apollonius gibi Antik Çağ’ın büyük matematikçilerinin bile bu yöntemi geliştirememiş olduğunu düşünürsek, ne denli değerli olduğunu daha iyi anlarız.”
Hindistan’ın bu katkısının arkasında, onun dünyaya açılan köklü ticaret geçmişi yatmaktadır. Aynı şekilde, Batı Asya’yla yoğun ticari ilişkiler kuran ve Araplardan ileri düzey hesaplama yöntemleri öğrenen Fibonacci de bir tüccardı.
Matematik, uygarlığın yol arkadaşı ve günlük yaşamın bir ürünüdür. Ancak bu pratik yön, Platon’un etkisindeki Antik Yunan seçkinleri tarafından küçümsenmiş ve “Fenikeli tüccarlara yakışan bir uğraş” diyerek hor görülmüştür.
Doğu ile Batı arasında süren matematiksel rekabet, görünmeyen bir alanda da kendini göstermiştir. Abaküsçülerle, ondalık sistemin savunucuları arasındaki mücadele 11. yüzyıldan 15. yüzyıla dek sürmüş; yeni sistem birçok yerden yasaklanmış, hatta resmi belgelerden çıkarılmıştır. Ancak tüm yasaklara rağmen bu yöntem gizli şekilde kullanılmaya devam etmiştir. 13. yüzyıla ait İtalyan belgeleri, tüccarların Arap rakamlarını adeta gizli bir şifre gibi kullandığını ortaya koymaktadır.
Günümüzde ise üretimin ve halkçı, kamu odaklı uygarlıkların Asya'da yeniden ön plana çıkmasıyla birlikte, matematik yine büyük bir sıçrama yapmanın eşiğinde olabilir mi dersiniz?
Kaynakça: Conner, Clifford D., Halkın Bilim Tarihi, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 2012.